Bir dilin hafızası yalnızca kullandığı kelimelerle değil, artık kullanmadığı kelimelerle de şekillenir. Unutulmuş her sözcük, yalnızca bir ses kümesinin kaybı değil, aynı zamanda bir düşünce biçiminin, bir kültürel alanın ve çoğu kez bir yaşam pratiğinin sessizce kapanmasıdır. Türkçede bugün artık kullanılmayan ya da yalnızca ağızların kuytularında kalan pek çok kelime, geçmişin sesini taşıyan canlı izlerdir. Bu sözcükler, tarihî metinlerde, atasözlerinde ya da yaşlı bir ninənin telaffuzunda anlık bir parıltı gibi görünse de, çoğunlukla güncel dilin dışına itilmiş, yerini başka yapılar almış ya da anlamını yitirerek kabuğuna çekilmiştir. Ancak bu kelimelere yeniden bakmak, yalnızca bir dilcilik uğraşı değil, aynı zamanda kültürel bir arkeolojidir.
Bu kelimeler arasında bazıları, artık yaşamayan eski biçimlerdir; bazıları ise yaşamaya devam ettiği hâlde anlamı unutulmuş, çağrışımı silinmiş ifadelerdir. Örneğin “ağyâr” kelimesi, Arapça kökenli bir sözcüktür ve Arapçada “ğayr” kökünden türemiştir. Bu kök “başka olmak”, “ayrı olmak” anlamına gelir. Osmanlı Türkçesinde özellikle divan şiirinde, klasik nesirde ve resmî belgelerde sıklıkla kullanılmıştır. “Ağyâr” kelimesi yalnızca “başkası” anlamına gelmez; aynı zamanda “yabancı”, “düşman”, “rakip” gibi daha duygusal ve toplumsal anlamlar da yüklenmiştir. “Dostlar ile safâda bulunmak hoş, ağyâr ile ceng eylemek âr olur” gibi beyitlerde geçen bu kelime, hem estetik hem ahlâkî değer sistemine bağlı olarak kullanılmıştır. Günümüzde bu kelimenin yerini “başkası”, “yabancı”, “el”, “öteki” gibi sözcükler almıştır. Ancak bunlar ağyâr’ın taşıdığı kültürel gerilimi ve toplumsal ayrışmayı aynı şekilde yansıtmaz. Bu kelimenin unutulması, yalnızca sözlükten bir eksilme değil, aynı zamanda bir bakışın, bir mesafenin ve bir aidiyet duygusunun da dilde karşılıksız kalmasıdır.
Unutulmuş kelimelerin bazıları ise, tamamen Türkçe kökenli olmalarına rağmen kullanımdan düşmüş ya da yalnızca bazı ağızlarda varlığını sürdürmüştür. Bunlardan biri olan “tapguk” kelimesi, Eski Türkçede “tap-” fiilinden türetilmiştir. “Tap-”, “saygı göstermek”, “ibadet etmek” anlamlarını taşır. Bu fiilden türeyen “tapguk” ise “tapınılan şey”, “tapınma biçimi” ya da daha geniş anlamıyla “inanç”, “din” anlamında kullanılmıştır. Göktürk ve Uygur dönemi metinlerinde karşımıza çıkan bu kelime, Türklerin eski inanç sistemlerinin dili içinde merkezi bir yer tutar. İslamiyet’in kabulüyle birlikte Türkçede dinî terminoloji Arapça kökenli sözcüklerle şekillendiğinden “tapguk” da zamanla kullanım dışı kalmış, yerini “din”, “mezhep”, “ibadet”, “şeriat” gibi yeni sözcükler almıştır. “Tapguk”un unutulmasıyla birlikte yalnızca bir kelime değil, eski inanç sistemine ait kavramsal alan da sessizce ortadan kalkmıştır.
Bir başka dikkat çekici kelime ise “yoğur” fiilidir. Bugün “yoğurmak” fiili, hamuru karıştırmak ya da yoğurt üretmek gibi anlamlarla kullanılsa da, bu kelimenin tarihî kökleri çok daha derindir. Eski Türkçede “yoğurmak”, yalnızca fiziksel bir karışımı değil, yaratma eylemini ifade ederdi. Kutadgu Bilig’de, Dîvânu Lügâti’t-Türk’te ve Maniheist Uygur metinlerinde bu fiilin “yaratmak”, “oluşturmak”, “şekillendirmek” anlamlarında kullanıldığı görülür. Örneğin “Tanrı kişini yoğurmuştur” ifadesi, sadece bir biyolojik yaratımı değil, kutsal bir düzenin ve anlamın biçimlenişini ifade eder. Günümüzde bu kutsal boyut unutulmuş, fiil yalnızca maddi bir işlemin adı hâline gelmiştir. “Yoğur” kelimesinin anlam alanı daralmış, mitolojik ve kozmik çağrışımları dilin dışında kalmıştır. Bu da, dilin yalnızca söz varlığı değil, sembolik kapasitesi bakımından da bir yoksullaşma yaşadığını gösterir.
Neredeyse tümüyle unutulmuş bir kelime olan “yaltıramak” da dikkat çekicidir. Bu fiil, muhtemelen “yaltır-” kökünden türemiştir ve “parlamak”, “ışık saçmak”, “göz alıcı biçimde görünmek” anlamlarını taşır. Eski metinlerde bu fiilin hem gerçek hem mecaz anlamlarda kullanıldığı görülür. “Yaltıradı göğe” gibi ifadeler, yalnızca ışığın yayılmasını değil, göksel bir ışıltının yeryüzüne inmesini tasvir eder. Bu tür ifadelerdeki estetik ve duygusal yoğunluk, bugün kullandığımız “parlamak”, “ışıldamak” gibi kelimelerde görülmez. Bu kelimenin unutulması, hem ses estetiği bakımından hem de dilin imgeler dünyasındaki çeşitliliği bakımından önemli bir kayıptır. Günümüzde “parlamak”, “parıltı saçmak”, “ışıltı yaymak” gibi kelimeler bu alanı dolduruyor gibi görünse de, “yaltıramak”ın şiirsel yoğunluğu ve imgesel gücü bu karşılıklarda yer bulamaz.
Unutulmuş kelimelerin bazıları, halk deyimleri ve atasözlerinde fosil kalıntılar gibi yaşamaktadır. “Kalbur saman içinde” ifadesindeki “kalbur” sözcüğü, artık nesne olarak kullanılmamakta; dolayısıyla bu deyimin anlamı da genç kuşaklar için belirsizleşmektedir. “Yarpuz gibi terlemek”, “köhne söğüt gibi boynunu bükmek”, “akçe akçayı çeker” gibi deyimlerde yer alan “yarpuz”, “köhne” ve “akçe” gibi kelimeler de aynı yazgıyı paylaşmaktadır. Bu sözcükler artık yalnızca deyim içinde korunmakta, kendi başına anlam taşıyan kelimeler olmaktan çıkmaktadır. Dilin bu yönüyle deyimleşmiş yapılar, unutulmaya yüz tutmuş kelimeler için bir tür sığınaktır.
Bugünkü Türkçede bu tür kelimelerin yerini alan ifadeler, çoğu zaman daha düz, işlevsel ve kavramsal açıdan sınırlandırılmış sözcüklerdir. “Ağyâr” yerine “yabancı” denilir, ama bu yabancılıkta düşmanlık yoktur. “Tapguk” yerine “din” denilir, ama bu din artık kültürel değil, dogmatik bir tanım içindedir. “Yoğurmak” fizikî bir işlemle sınırlanmıştır; “yaltıramak” ise anlamca çoktan yok olmuştur. Bu kelimelerin her biri, Türkçenin tarihî dönemlerinde güçlü anlam yükleri taşıyan ve bir dönemin düşünce biçimlerini, inançlarını, ilişkilerini yansıtan yapılardır. Ancak zamanla değişen kültürel ortam, dinî yapı, toplumsal değerler ve yazı dili tercihleri, bu kelimelerin unutulmasına ya da yalnızca özel bağlamlarda kullanılmasına neden olmuştur. Her birinin yerine gelen kelimeler, yeni çağın dilini şekillendirmiş; ama aynı zamanda bir önceki çağın düşünce derinliğini de silikleştirmiştir.
Bugün bu kelimeleri yeniden tanımak ve bağlamlarıyla birlikte değerlendirmek, sadece etimolojik bir çaba değildir. Aynı zamanda bir kültürün, bir halkın ve bir zihniyetin izini sürmek anlamına gelir. Bu tür çalışmalar, unutulanın hatırlanmasına, silinmiş olanın yeniden yazılmasına ve dilin bütüncül tarihinin ortaya konmasına katkı sağlar. Dil yalnızca bugünü değil, geçmişin izlerini taşıyan, geleceğe doğru uzanan çok katmanlı bir bellektir. Bu belleğin temizlenmesi ya da sadeleştirilmesi, çoğu zaman arındırmak değil, silmek anlamına gelir. Oysa unutulmuş kelimeler, geçmişin değil, yaşayan dilin içindeki sessiz mirasçılardır. Onlara yeniden kulak vermek, sadece dili değil, kendimizi de daha derinlikli anlamamıza yardım eder.
Bu sitedeki yazı, görsel ve diğer tüm materyaller telif hakkı kapsamında olup lisansı ile korunmaktadır. TürkDili.org internet sitesi yönetiminin yazılı izni olmadan materyallerin tamamının veya bir kısmının kopyalanması, dağıtılması, başka mecralarda yayımlanması suç teşkil eder.