Önceki yazıya buradan ulaşabilirsiniz
Türkçe “Turkche”leşiyor mu? (1. Bölüm)
Kod Dili, Kısaltmalar ve Dijital Yazışmalar: Tehlike mi, Kolaylık mı?
Modern çağda dilin karşılaştığı en büyük dönüşümlerden biri de dijital yazışma dilidir. Özellikle gençler arasında kullanılan “nsl” (nasılsın), “by” (bay bay), “mrb” (merhaba), “grbz” (görüşürüz) gibi kısaltmalar, bazılarını endişeye sevk etmektedir. Hatta kimileri bu durumu “Türkçeye ihanet” olarak değerlendirir. Oysa bu tür kısaltmalar yalnızca Türkçeye özgü değildir; İngilizcede de “lol” (laughing out loud), “brb” (be right back), “idk” (I don’t know), “u” (you) gibi kısaltmalar sıkça kullanılır.
Benzer şekilde Almanca’da “hdl” (hab dich lieb – seni seviyorum), “lg” (liebe Grüße – sevgiler), Fransızca’da “mdr” (mort de rire – gülmekten öldüm), “bjr” (bonjour – merhaba) gibi kısaltmalar mevcuttur. Bu durum dillerin bozulduğunu değil, bireylerin iletişimi daha hızlı ve pratik kılma çabasını gösterir.
Unutulmamalıdır ki bu tür kısaltmalar çoğunlukla yalnızca yazışma dilinde geçerlidir. Resmî yazışmalarda, akademik metinlerde veya edebî eserlerde yer almazlar. Yani bir “gençlik jargonu” olmaktan öteye geçmezler. Bu nedenle, bu tür pratiklerin dili yok edeceği endişesi yersizdir. Asıl tehlike, bu kısaltmaların yanlış bir dil modeli olarak yerleşmesi, okullarda düzensiz ve denetimsiz bir dijital okuryazarlık süreciyle birleşmesidir.
Eğer genç kuşaklara sağlam bir dil bilinci, yazım kurallarına dair sağlam bir eğitim verilirse, dijital kısaltmalar kişisel yazışmalarla sınırlı kalır. Nitekim eski mektuplarda da “efm” (efendim), “acizane”, “fıtraten” gibi dönemin jargonu sayılabilecek kullanım örneklerine rastlanır. Her çağ kendi kolaylıklarını üretir. Mühim olan bu kolaylıkların dile zarar vermeden kontrol altına alınabilmesidir.
İşyeri İsimleri Neden İngilizce? Yasaklamalı mı, Teşvik mi Etmeli?
Son yıllarda sokaklarda karşımıza çıkan manzaralar, bazılarını ciddi şekilde rahatsız ediyor: “Beauty Salon X”, “Perfect Smile”, “Fresh Coffee”, “Baby World”, “Best Hair”, “Real Estate Global”, “Fit Club”, “Shine Boutique” gibi İngilizce tabelalar… Hatta bu tür tabelaların kimi zaman Arapça, Rusça, Fransızca gibi başka dillerdeki örnekleri de dikkat çekiyor. Peki bu durum ne anlama geliyor?
Bu olgunun ardında yatan temel neden, “küreselleşme algısıdır.” Yani bir işyeri ismi İngilizce olursa daha “elit”, daha “uluslararası”, daha “profesyonel” algılanacağı düşünülüyor. Bu, yalnızca Türkiye’ye özgü bir eğilim değildir. Örneğin Fransa’da da “fashion”, “style”, “drive”, “burger” gibi İngilizce kökenli işyeri isimleri hızla yayılmıştır. Japonya’da Batılı harflerle yazılan Latin karakterli işyeri adları, gençlik kültürüyle özdeşleşmiştir.
Ancak Fransızlar bu konuda sıkı dil politikaları uygular. 1994’te yürürlüğe giren Toubon Yasası, kamu alanındaki bütün ilan, tabela, reklam, broşür ve duyuruların Fransızca olmasını zorunlu kılar. Hatta ürün ambalajlarında kullanılan dil bile düzenlenmiştir. Kanada’nın Quebec eyaletinde ise İngilizce tabelalar belirli sınırlar içindedir ve genellikle Fransızca olan hâliyle birlikte kullanılmaları zorunludur.
Türkiye’de böyle bir yasa yoktur. Bu alanda yalnızca TDK’nin ve bazı yerel belediyelerin önerileri vardır. Peki bu tür adların yasaklanması gerekli midir? Zorlayıcı bir yasa, kısa vadede görünürlüğü azaltabilir ancak uzun vadede sorunu çözmez. Aksine, başka bir yasakçılık tartışması başlatabilir.
Daha yapıcı bir çözüm, işyeri sahiplerinin Türkçe adlara yönlendirilmesidir. Başarılı örnekler, bu konuda teşvik edici olabilir: “İyi Kahve”, “Can Güzellik”, “Evim Gayrimenkul”, “Hayat Eczanesi”, “Umut Diş Kliniği” gibi isimler hem sade hem anlaşılır hem de özgün bir marka kimliği oluşturur. Ayrıca bu, tüketiciye güven duygusu da aşılar. Buradaki anahtar kavram “bilinçtir”; zorlama değil.
Dil Değil, Dil Bilinci Elden Gidiyor
Çoğu zaman “dil gidiyor” denilirken kastedilen, aslında dilin kendisinden ziyade, o dili doğru kullanma becerisidir. Başka bir ifadeyle, mesele Türkçenin yapısının bozulması değil, bireylerin dil bilincinin zayıflamasıdır. Yazım kurallarına dikkat etmeyen, kelime dağarcığı zayıf, dili yalnızca taklit ederek kullanan bireyler, toplumsal anlamda bir dil sorunu yaratır. Ancak bu, dilin kendisiyle değil, dil eğitimindeki sorunlarla ilgilidir.
Bu bağlamda öğretmenlerin, yayıncıların, sosyal medya fenomenlerinin, şarkıcıların ve hatta siyasetçilerin sorumluluğu büyüktür. Çünkü dil, yalnızca okullarda değil, her yerde öğrenilir. Gündelik konuşma dili, reklamlar, diziler, filmler ve sosyal medya akışları da birer dil öğreticidir. Dil bilinci, bu geniş alanlarda titizlikle örülmelidir.
Dili Korumanın Gerçekçi Yolu: Yasak Değil, Eğitim
Yukarıda da vurgulandığı gibi, dilin korunması yasa koymakla değil, eğitimle mümkündür. Bu eğitim sadece okul sıralarında değil, medya ve kültür alanında da devam etmelidir. Kitap okuma alışkanlığı, dilin zenginliğini ve derinliğini kavramada en büyük destektir. Öğrencilere sözlük kullanma bilinci kazandırılmalı, kelime hazinesini geliştiren metinlerle temas ettirilmelidir.
Dilde sadeleşme çabaları, doğru yönlendirildiğinde etkili olabilir. Ancak “sade Türkçe” adına dile yerleşmiş köklü sözcükleri yok saymak da başka bir sorun doğurur. Örneğin “çözüm” yerine “açım”, “etkinlik” yerine “işlik”, “buluşma” yerine “görüşü” gibi öneriler halk tarafından benimsenmemiştir. Çünkü dil yalnızca kurallar değil, toplumsal kabullerle de şekillenir. Bu noktada dili koruma çalışmaları halkın benimseyeceği yollardan ilerlemelidir.
Dünya Dillerinde Benzer Kaygılar: Almanca, Fransızca ve Japonca Örnekleri
“Dilimiz elden gidiyor” türü kaygılar yalnızca Türkçeye özgü değildir. Almanya’da “Denglisch” olarak adlandırılan Almanca-İngilizce karışımı dil, uzun yıllardır eleştirilmektedir. “Handy”, “downloaden”, “Public Viewing”, “Jobcenter” gibi ifadeler Alman dilbilimcileri arasında tartışma konusudur. Hatta 1997 yılında kurulan “Verein Deutsche Sprache” (Alman Dili Derneği), Almanca’ya giren İngilizce kelimelere karşı mücadele yürütmektedir.
Fransa’da yukarıda bahsettiğimiz gibi Toubon Yasası ile dilin kamusal alandaki varlığı korunmaya çalışılmaktadır. Japonya’da ise “katakana” alfabesiyle yazılan yabancı kökenli kelimeler her yıl artmakta, özellikle gençler arasında İngilizce telaffuzlu Japonca cümleler kullanılmaktadır.
Tüm bu örnekler şunu göstermektedir: Dilin evrensel doğası, dış etkilere her zaman açıktır. Önemli olan bu etkileri reddetmek değil, yönetebilmektir.
Sonuç Yerine: Panik Değil, Sağduyu Zamanı
“Dilimiz elden gidiyor” diyenlerin samimi kaygılarına elbette saygı duyulur. Ancak panik yerine sağduyuyla yaklaşmak gerekir. Türkçemiz köklü, zengin, dirençli bir dildir. Binlerce yıllık tarihinde nice etkileşimlerden geçmiştir. Bugün karşı karşıya olduğumuz mesele, dilin değil, dil bilincinin nasıl şekilleneceğidir.
Bunun yolu ise yasaklardan değil, nitelikli eğitimden, güçlü medya dilinden, doğru örneklerden geçmektedir. Yabancı kelimelere karşı savaş açmak yerine, Türkçenin ifade gücünü artırmak, kelime dağarcığımızı genişletmek, yaratıcı yazarlığı desteklemek, kültürel ürünler üretmek gerekir.
Dil bir milletin evidir. Bu evi korumanın yolu ise onun içinde yaşamaya devam etmektir. Yaşayan bir dil korkmaz. Korkanlar ise genellikle yaşamayanlardır.
Sonraki yazıya buradan ulaşabilirsiniz
Türkçe “Turkche”leşiyor mu? (3. Bölüm)
Bu sitedeki yazı, görsel ve diğer tüm materyaller telif hakkı kapsamında olup lisansı ile korunmaktadır. TürkDili.org internet sitesi yönetiminin yazılı izni olmadan materyallerin tamamının veya bir kısmının kopyalanması, dağıtılması, başka mecralarda yayımlanması suç teşkil eder.