Önceki yazılara buradan ulaşabilirsiniz
Türkçe “Turkche”leşiyor mu? (1. Bölüm)
Türkçe “Turkche”leşiyor mu? (2. Bölüm)
Plaza Dili Türkçeyi Yok Eder mi? Dilimiz Tehlikede mi, Yoksa Dönüşümde mi?
Günümüz şehir yaşamının ritmi, dili de dönüştürüyor. Ofislerin, toplantı odalarının, e-postaların, Zoom bağlantılarının ve kurumsal sunumların oluşturduğu yeni bir söz dağarcığı, adeta farklı bir lehçe gibi yükseliyor: “Plaza dili.” “Toplantıyı set edelim”, “Bugünü meet’leyelim”, “Bunu print edip send ettim”, “Konuyu revize ettim, birazdan forwardlarım”, “Deadline’ı kaçırmayalım”, “Zoom’a girince ping at”… Bunlar artık yalnızca birkaç çalışanın ağzından çıkan gariplikler değil; kurumsal dünyanın rutin kalıpları hâline gelmiş ifadelerdir.
Bu yeni konuşma biçimi, birçok kişi için rahatsız edici bir yabancılaşmayı temsil ediyor. Hatta bazıları bu durumu bir “dil felaketi” olarak görüyor. “Türkçe elden gidiyor” diyenlerin yeni cephesi artık sosyal medya değil, plazalar. Peki gerçekten öyle mi? Değişen bu dil kullanımı, Türkçeyi yok edecek kadar güçlü müdür? Yoksa bu, sadece yeni bir jargonun, belli bir sosyal grubun konuşma biçiminin geniş topluma yansıması mıdır?
Dil Değişir: Ama Hangi Yönde?
Önce bir gerçeğin altını çizmek gerekir: Dil, her zaman değişir. Bu değişim bazen doğal akışla olur, bazen de toplumsal yapıların ve teknolojinin zorlamasıyla. Bugün “plaza dili” olarak adlandırılan yapı, aslında yalnızca Türkçeye özgü bir olgu değil; küresel şirketleşmenin ve iş dünyasının doğurduğu bir melez iletişim biçimidir.
Ancak buradaki mesele yalnızca kelimelerin değişmesi değil, dilin yapısının da parçalanmaya başlamasıdır. Örneğin bir Türkçeleşmiş kelime olarak “fren” kelimesini aldığınızda, “fren yapmak”, “fren bozuldu”, “fren sistemi” gibi kullanımlar Türkçenin dil yapısına entegre olmuştur. Oysa “set etmek”, “revize etmek”, “meet etmek” gibi ifadelerde hem fiilin çekimi İngilizceden alınmakta hem de Türkçe eklerle tuhaf bir melezlik yaratılmaktadır.
Buradaki temel sorun, bu tür ifadelerin bir “ihtiyacı karşılama”dan çok, “özentili görünme” amacı taşımasıdır. Çünkü Türkçede zaten karşılığı olan ifadeler yerine İngilizce kullanmak, çoğu zaman bilgi değil statü gösterisidir. “Toplantı planlayalım” demek varken “toplantı set edelim” demek, “gönderdim” yerine “send ettim” demek, bir tür moda haline gelmiştir.
Plaza Jargonu ve Sosyal Kimlik Gösterisi
Dilbilimde “kod değiştirme” (code-switching) olarak adlandırılan bir durum vardır. Bir bireyin, farklı sosyal çevrelerde farklı dil biçimlerini kullanmasıdır bu. Yani bir kişi, ailesiyle konuşurken tamamen Türkçe kullanırken, iş yerinde “meeting”, “deadline”, “project”, “brief”, “timeline” gibi İngilizce kelimelere sarılabilir.
Bu tür kod değiştirme, kimi zaman bilinçlidir ve bir statü göstergesi taşır. Yani plaza dilini konuşmak, yalnızca iletişim kurma aracı değil, aynı zamanda “biz bu dünyaya aitiz” demenin bir yoludur. Örneğin “Zoom’da bir breakout room açalım, orada KPI’ları değerlendirelim” gibi bir cümle, içeriğinden çok “kimliğini” gösterir. Çünkü bu ifadeyi anlamayanlar, zaten o grubun dışındadır.
Bu durumda plaza dili, bir tür “kapalı grup dili” (argot) hâline gelir. Tıpkı geçmişte saray çevresinin, loncaların, esnaf topluluklarının ya da mahalli ağızların geliştirdiği özel sözcükler gibi. Ancak bu kez mesele yalnızca dil değil; modernliğe, Batı’ya, teknolojiye yakın olmanın sembolleri de devrededir.
Yıkım mı, Zenginleşme mi?
Bu noktada şu soru sorulmalıdır: Bu tür dil kullanımları Türkçeye zarar mı verir, yoksa onu zenginleştirir mi?
Elbette her yabancı kelime zararlı değildir. Türkçeye yüzyıllardır Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca, Rumca, İngilizce ve daha pek çok dilden kelime girmiştir. “Saat”, “dolap”, “masa”, “televizyon”, “çikolata”, “tren”, “telefon”, “asansör”, “jüri”, “pasta”, “makarna” gibi kelimeler zamanla dilin parçası olmuştur. Bu kelimelerin Türkçeyi yok ettiğini kimse söylemez.
Ancak bu kelimeler Türkçeye girdiğinde yerli ses yapısına ve anlam örgüsüne uyarlanmış, kullanımları yerleşmiş ve halk tarafından benimsenmiştir. Oysa plaza dili bir uyarlama değil, bir yapay taklit sürecidir. Çünkü orada ne kelime ne de yapı tam anlamıyla Türkçeye geçmez; yalnızca “mış gibi” bir İngilizce havası estirilir.
Bu melez dil, uzun vadede özellikle genç kuşaklarda anlama ve anlatma gücünü zayıflatabilir. Örneğin “revize ettim” demek yerine “yeniledim”, “güncelledim”, “düzelttim” demek çok daha açık ve net bir anlatım sağlar. Oysa plaza dili, çoğu zaman ifadenin içeriğini değil, kulağa nasıl geldiğini önemser.
Bilişim ve Teknoloji Alanında İngilizce: Kaçınılmaz mı?
Elbette şunu da inkâr edemeyiz: Bilişim ve yazılım alanında İngilizce hâkimiyetindedir. Bu nedenle bazı terimlerin Türkçeye çevrilmesi ya da birebir karşılığının bulunması zor olabilir. Örneğin “mouse”, “server”, “upload”, “link”, “backup”, “firewall”, “browser” gibi kelimeler artık evrensel terimlerdir. Bu noktada Türkçeye çevirme çabaları (örneğin “tarayıcı” yerine “browser”) sınırlı bir etki yaratmıştır.
Ancak burada önemli olan, teknik kavramların ötesine geçip günlük konuşma dilinde bu yapay melezliğin hâkim olmasını engellemektir. Çünkü yazılım geliştiriciler için “debug etmek” doğal olabilir ama pazarlama ekibindeki bir çalışanın “mood board set edelim, brief’i drop edelim” gibi ifadeler kullanması, dilde bir zorlama yaratır.
Bu açıdan bilişim terimleri kaçınılmaz bir etkileşim alanıdır; ama plaza dili bir tercihtir. Bu ayrım iyi yapılmalıdır.
Kamu Dili, Medya Dili, Akademik Dil: Nerede Durmalıyız?
Dilbilimciler bir dilin yaşaması için üç alanda sağlıklı kalmasını zorunlu görür: kamu dili, medya dili ve eğitim/akademi dili. Eğer bu üç alan kendi dil varlığını koruyabiliyorsa, günlük konuşma dilindeki bozulmalar kalıcı etki bırakmaz.
Ancak plaza dili yavaş yavaş kamuya ve medyaya da sızmaktadır. Reklamlar, haber spotları, kamu kurumlarının sosyal medya hesapları bile bu dille şekillenmeye başlamıştır: “İlham verici projelerle buluşmaya hazır mısın?”, “Haydi, career journey’ine ilk adımı at!”, “Bizimle connect ol, yeni fırsatları kaçırma!”
Bu tür ifadeler, Türkçeyi değil, algıyı hedefler. Böylece dil bir iletişim aracı olmaktan çok bir pazarlama aracına dönüşür. Bu da uzun vadede dilin estetik, fonksiyonel ve düşünsel gücünü zayıflatabilir.
Eğitimde Doğru Modelleme ve Dil Bilinci
Asıl mesele, plaza dilini kullanan bireylerin değil, bu dili rol model olarak alan gençlerin yönlendirilmesidir. Çünkü genç kuşak, dili taklit yoluyla öğrenir. Eğer okulda, televizyonda, sosyal medyada bu melez dil hakimse, çocukların dil duygusu doğal biçimde zayıflar.
Bu nedenle eğitim müfredatlarında kelime dağarcığı geliştirme, anlatım biçimlerini tanıtma, yaratıcı yazarlık çalışmaları, sözlük bilinci kazandırma gibi alanlara ağırlık verilmelidir. Öğrencilere yalnızca yazım kuralları değil, dil zevki de öğretilmelidir.
Sonuç: Dilin Ölümü Değil, Zevkinin Kaybı
Plaza dili, Türkçeyi öldürmez. Ama Türkçenin zarafetini, açıklığını, ifadeselliğini gölgede bırakabilir. Türkçenin yok olması, birkaç kelimeyle mümkün değildir. Ama Türkçenin eksik ve eksik kullanılması, onun ifade derinliğini kaybettirir.
Bunun çözümü yasaklarda değil, bilinçte ve örnektedir. Hem iş dünyası hem medya hem de eğitim alanı Türkçeye sahip çıktığında, plaza dili bir jargon olarak kalır. Ama dil bilinci zayıfsa, bu jargon zamanla ana dile dönüşebilir.
Dil bir milletin hem sesi hem ruhudur. Bu ruhu korumak için süslü kelimeler değil, sade ve sahici ifadeler yeterlidir. “Toplantı set edelim” yerine “bir görüşme planlayalım” demek hem anlaşılır hem de zarif bir seçenektir.
Türkçenin geleceği, bu küçük tercihlerde gizlidir.
Bu sitedeki yazı, görsel ve diğer tüm materyaller telif hakkı kapsamında olup lisansı ile korunmaktadır. TürkDili.org internet sitesi yönetiminin yazılı izni olmadan materyallerin tamamının veya bir kısmının kopyalanması, dağıtılması, başka mecralarda yayımlanması suç teşkil eder.